Want to create interactive content? It’s easy in Genially!
Hz. Fatıma'nın Hayatı
Hayrunisa Kaya
Created on January 4, 2022
Start designing with a free template
Discover more than 1500 professional designs like these:
View
Animated Chalkboard Presentation
View
Genial Storytale Presentation
View
Blackboard Presentation
View
Psychedelic Presentation
View
Chalkboard Presentation
View
Witchcraft Presentation
View
Sketchbook Presentation
Transcript
Hz. FâtIMA'NIN HAYATI
“Kızım Fatıma, önceki ve sonraki bütün alemlerin kadınlarının efendisidir.'' Hz. Muhammed
CENNET HANIMLARININ EFENDİSİ FÂTIMATÜ’Z-ZEHRA
Hz. Fâtıma, İslamiyet’in gelmesinden yaklaşık bir yıl önce Mekke’de doğdu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona “Fâtıma” adını verdi. O, Zehra ve Betül lakablarıyla meşhurdu. Zehra; “Ak yüzlü, nur yumağı, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü kadın” manasına, Betül ise; “Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah’a yönelten, iffetli ve namuslu kadın” anlamına gelmekteydi.
O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa anneciği Hz. Hatice’nin vefatından sonra babacığının yanından hiç ayrılmadı. Bazen babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babacığına yardımcı olmaya çalıştı. Bir gün babasıyla Kâbe’ye gitmişlerdi. Kureyş Müşrikleri onları görünce toplandılar ve fısıltı halinde birbiriyle konuşmaya başladılar. Babacığı Kâbe’nin yanında namaza durdu. Secdeye vardığında Ukbe İbni Ebî Muayt adındaki azgın müşrik, bir deve işkembesi getirerek babasının sırtına koydu. Geriye çekilip uzaktan birbirleriyle gülüşmeye ve dalga geçmeye başladılar. Buna çok öfkelenen küçük Fâtıma babacığının sırtından o ağırlığı kaldırıp elbisesini temizledi.
İFFET VE İZZET-İ NEFS NÛMÛNESİ
Hz. Fâtıma, Peygamber babasının engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babacığındaki merhameti ve güzel ahlâkı, anneciğindeki asâleti, cömertliği, babacığına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti gördü. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Tam bir iffet ve izzet-i nefs nûmûnesi olarak bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirdi. O şanslı bir genç hanımefendiydi. Peygamber babası ve anneler sultanı Hz. Hatice’nin yanında onların gözetiminde eğitimini tamamladı.
Rahmet ve şefkat pınarından doyasıya içti. Fakat küçük yaşta çok çileler çekti. Çocukluğu Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken anneciğini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara ezâ ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babacığına hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine-i Münevvere’ye hicret etti.
Peygamberimiz'in son çiçegi
Hz. Fâtıma, bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme’ye vedâ etti. Medine-i Münevvere’de huzurla yaşamaya başladılar... Babacığı Hz. Ayşe ablaları da Hz. Osman ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış 16-17 yaşlarına girmişti. Nebiler Sultanı Efendimiz’in son çiçeği olarak ona tâlib olanlar çoğalmıştı.
O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahipti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevaziydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Ağzından çıkan sözler inci danesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten ona Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için Ashâb-ı Kiram’ın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebûbekir sonra Hz. Ömer dünür olmuştu. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu yakın dostlarına: “Fâtıma hakkında Allah Teâlâ’nın emrini bekleyelim.” buyurmuştu. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebû Tâlib ailesi Hz. Ali’yi bu konuda acele davranması için uyardı. Onun da gidip tâlip olmasını istediler. O da: “Ebûbekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diye çekindiğini söyledi.
Hz. Ali, evliliği ile ilgili olarak kendisi şöyle anlatır: “Halk arasında konuşulanları duyan azadlı kölem bir gün bana: “Ey Ali! Fâtıma’nın Resûlullah’tan istendiğini biliyor musun?” dedi. Ben de: “Bilmiyorum.” dedim. Tekrar bana: “Ey Ali! Resûlullah’a gidip Fâtıma’yı sana nikâhlamasını istemekten seni alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Yanımda birikimim yok.” dedim. O da: “Resûlullah’a gidersen, muhakkak sana Fâtıma’yı nikâhlar!” diyerek bana gitmemi ısrar etti. Ben ise bu konu için Resûlullah’ın huzuruna çıkmaktan çekiniyordum. Fakat akrabalarımın hepsi bana: “Fâtıma’yı Resûlullah’tan bir de sen iste.” diye teşvik ediyordu. Sa’d ibni Mu’az (r.a.), bu hususta beni ikna eyledi. Nihayet çekinerek, sıkılarak da olsa Resûlullah’a bu teklifi götürmek üzere evden çıktım.
HZ. Fâtıma’nın MEHRİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz’i, Ümmü Seleme (r.a.) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selâm verdim. İçeri buyur ettiler. Efendimiz bana yanında yer gösterdi. Ben de edebli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz: “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir murâdın var.” buyurdu. Ben de: “Ya Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fâtıma’yı istemeye geldin.” buyurdu. Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: ”Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” dedi.
Hz. Ali, Resûlullah’ın huzurundan gayet neşeli bir şekilde çıkıp mescide vardı. Peşinden Efendimiz teşrif etti ve Bilâl’e yönelerek; Muhâcir ve Ensar’ı toplamasını söyledi.Ashâb-ıKiram mescidde toplanınca Efendimiz minbere çıktı ve: “Hamd olsun Allah’a ki, verdiği nimetlerle övülen O’dur! Kuvvet ve kudretinden dolayı kendisine ibadet edilen O’dur! Mülk ve saltanatından dolayı kendisine boyun eğilen O’dur! Azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan O’dur! Yerde ve göklerde hükmünü yürüten O’dur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan ve izzetiyle sağlamlaştıran O’dur! Gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed’le (s.a.v.) halkı şereflendiren O’dur! Yüce Allah, karşılıklı hısımlıklarla nesepleri birbirine katmayı emir buyurmuş ve bununla günahları ortadan kaldırmıştır. Ey Müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şâhit olunuz; Fatıma’yı 400 miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.” buyurarak kısa ve öz bir hitabede bulundu. Sonra Hz. Ali kalktı ve: “Söze Hak Teâlâ’ya hamd ederek başladı. Peşinden Resûlullah kızı Fâtıma’yı bana nikahladı. Onun mehri benim küçük zırh gömleğimdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şahit olun” dedi. Ashâb-ı Kiram bu hayırlı işe çok sevindi. Cümlesi ayrı ayrı Hz. Ali’yi tebrik etti.
Peygamberimiz'ın evlilik nasihati
Yeni gelin ve damata bu duâları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: ''Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm’ın büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatta bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fâtıma’nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı. Yeni bir hayat başladı. Nurlu bir ocak kuruldu. Bu mesut evlilikten “seyyid” “şerif” ünvanlarıyla anılan bahtiyar insanlar dünyaya geldi.
Hz. Ali Ve Hz. Fatıma'nın Karsılıksız Merhameti
Ebedî hayatı kazanmak ve Allah’ın rızasına erebilmek onlar için her şeyden önce gelirdi. Kendileri yemez, ihtiyaç sahiplerine yedirirlerdi. Kapısına gelen fakiri reddetmezlerdi. Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarına verirlerdi. Onların bu güzelliklerini, cömertliklerini ve îsâr halindeki davranışlarını Allah Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde övmüştü. Şöyle ki: “Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nâfile oruç tuttukları bir akşam vakti kapılarına bir fakir gelir. Allah için” diyerek bir şeyler ister. Onlar da kendileri için hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi fakire verirler. Peşpeşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garib birileri kapılarına gelir; “Allah için” diyerek dilekte bulunur. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhûm) birlike hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi bu yabancı garib kimseye verirler. Kendileri üç gün birşey yemeden peşpeşe su ile oruç tutarlar. Onların bu güzel hali, gönüllerindeki engin infak şuuru Allah Teâlâ’nın hoşuna gider ve şu âyet-i celîle ile methü senâ edilirler.
Meâlen: ''İyiler şüphesiz kâfur katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız.” derler. Vahiy tamamlandığında İki Cihan Güneşi Efendimiz bu müjdeyi kızına ve damadına bildirdi. Her ikisi de sevinçlerinden üç günlük açlığın verdiği sıkıntıyı bir anda unutuverdiler. Kıyamete kadar okunacak bir kitapta övülmek ne büyük bir mükâfattı.
Timeline
Write a title here
Euismod tincidunt ut laoreet dolore magna aliquam erat volutpat. Ut wisi enim ad minim veniam, quis nostrud exerci tation ullamcorper suscipit lobortis nisl ut aliquip ex ea commodo consequat. Duis autem vel eum iriure.
“O’nun Rasûlünü de sever misin?” dedi. Hz. Ali heyecanlanarak: “Evet yâ Rasûlallah!” dedi. Efendimiz tekrar: “Kızım Fâtıma’yı sever misin?” diye sordu. Hz. Ali hiç tereddüt etmeden. “Evet” dedi. Efendimiz: “Hasan ve Hüseyin’i de sever misin?” dedi. O da: “Evet ya Resûlallah severim.” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem: “Ya Ali! gönül bir tane, sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor?” buyurdu. Hz. Ali bu suale bir cevap veremedi ve düşünceli bir vaziyette evine döndü. Onu düşünceli ve durgun görünce Hz. Fâtıma üzüldü. Ne olduğunu ve onun zihninden geçirdiklerini öğrenebilmek için şefkatle:
''BİR KALBE BU KADAR SEVGİ NASIL SIGIYOR?''
Hz. Fâtıma (r.anhâ) vahyin beşiği sevgili babacığının sohbetlerinden çok istifade etmişti. Rasûlullah (s.a.)’in terbiyesinde yetiştiği için onun feyziyle gönlünü doldurmuş, ilim, edeb, haya gibi üstün ahlâkî meziyyetlerle kendini yetiştirmişti. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Hz. Ali’ye: ''Ya Ali, Allah Teâlâ’yı sever misin?” dedi. O da: “Evet! Ya Rasûlallah severim.” dedi. Efendimiz:
''Ya Ali sizi durgun görüyorum. Üzücü bir şey mi oldu diye söze girdi ve; Eğer bu dünya ile ilgili ise kederlenmeğe değmez. Ahiret ile ilgili bir husus ise nedir sizi üzen şey?” dedi. Muhterem eşinin sorusunu cevapsız bırakmak istemeyen Hz. Ali (r.a.) başından geçen olayı anlattı ve Efendimizin sorduğu soruya cevap veremediğini söyledi. Hz. Fatıma soruyu öğrenince gülümsedi ve: “Ya Ali! Babamın yanına var ve bu suâli şöyle cevaplandır.” diyerek açıklamalarda bulundu. Hz. Ali bu izâhatten memnun oldu, gönlüne hoş geldi ve Efendimiz' in huzuruna koştu: “Ya Rasûlallah! Sağ, sol, ön, arka diye insanın yönleri vardır. Kalbin de böyle. Ben Allah’ı aklım ve imanımla, sizi ruhum ve imanımla, Fâtıma’yı, insânînefsim ile, Hasan ve Hüseyini de babalığın tabii icabı ile seviyorum.” dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu cevaba tebessüm etti ve: “Ya Ali! Bu sözler ancak Peygamber ağacının dalından alınmış meyvelerdir.” buyurdu.
Bana ilk kavusacak sensin!
Efendimiz vefatına yakın günlerde: “Cebrâil aleyhisselâm her sene bana bir kere Kur’an-ı Kerim’i arz ederdi. Bu sene iki kere okudu. Anladığım ecelim yaklaşmıştır.” buyurdu. Üzerine: “Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında makbul olan ameller işleyiniz. Yani bana güvenip tembellik etmeyiniz. Çünkü Ben, sizi Allah’ın azabından kurtarmam!” dedi. Kişiyi ancak iman ve amelinin kurtaracağına dikkat çekti. Hastalığı ağırlaştıkça ümmetini daha çok düşünüyor ve onları cehennemin korkunç alevlerinden kurtarmak istiyordu. Yine etrafında bulunanlara: “Namaza... Namaza dikkat... Namaza dikkat ediniz!...” buyurarak İslâm’ın ana direğini iyi muhafaza etmek gerektiğini vurguluyordu. Bunları işiten Hz. Fatıma çokça üzülüyor ve hıçkırıklara boğuluyordu. Rahmet Peygamberi babacığı onu teselli etmek ve sabrını artırabilmek için ona: “Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin.” buyurdu. Sevgili kızına fazla ayrı kalmayacaklarını duyurarak sabır diledi. O, Rahmet Peygamberi babacığının dâr-ı bekâ’ya uçtuğuna şahit olmuştu. Hz. Fâtıma’nın acıları bitmeyecek ve yüreğinin ateşi sönmeyecekti.
Rahmet Peygamberi babacığının vefatından 6 ay geçmişti. Hicretin 11.yılı, Ramazan ayına girilmişti. Hz. Fâtıma da hastalanıp yatağa düşmüştü. Rahatsızlığı şiddetlenince çocuklarının dışarı çıkarılmasını Hz. Ali’den istedi. İçeriye anneciğim dediği Ümmü Râfi Selma ile Hz. Esma binti Umeys girdi. Kendisine abdest aldırıp yalnız bırakılmasını istedi. Rabbime duâ ve niyazda bulunmak istiyorum dedi. Derin bir niyaz halindeyken nazenin bedenini odanın içinde bırakarak ruhunu Rabbine teslim eyledi. Hz. Fâtıma (r.a) geride gözü yaşlı sevgili kocası Hz. Ali ve beş çocuk bıraktı. Hasan 8; Hüseyin 7; Ümmü Gülsüm 5; Zeynep 3; Rukiye 2 yaşlarındaydı. Üç ablasının ismini, üç kızında yaşatmak istemişti. Kendisi de 28 yaşlarındaydı. Bir çocuğu da küçükken vefat etmişti. Hz. Fatıma vefatına yakın günlerinde Hz. Esmâ’ya: “Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum.” demişti. O zaman kadınların cenâzesi kefene sarılıp perdesiz götürülürdü. Hz. Esma, Habeşistan’da hanım cenazelere hurma dalından çadır gibi örgü yaptıklarını görmüştü. Hz. Fâtıma’ya bunu anlatmıştı da hoşuna gitmişti. O zaman böyle bir tabut yapılmasını söylemişti. İslâm’da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi onun mübarek nâşı olmuştur.
Hz. Fâtıma (r.a.) Nebîler Efendisinin son çiçegi... Peygamber Efendimiz’in dünyada neslini devam ettiren nur yumagı... Kızlarının en küçügü... Cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) anneleri... Hz. Ali’nin (r.a.) zevcesi... Eli değirmen döndüren “Fâtıma Ana” diye anılan bir sultan anne... Beyi ve çocuklarıyla Ehl-i Beyt’i teskil eden ümmetin hanımlarının seyyidesi... Cennet hanımlarının efendisi... diyip burada sunumumu sonlandırıyorum. Beni dinlediginiz için tesekkürler.
________________________________________________
TEsekkürler!
Hayrunisa Kaya10/a 980